1910 yıllarında , Osmanlının gide gide küçüldüğü bir dönemde olay cereyan etmektedir. Anadolunun küçük güzel bir köyünde, babasını, eşini ve kardeşini kara düşmanla şavaşırken şehit veren Fatma hanım henüz üç aylık evli olan oğlunu savaşa göndermenin verdiği hüznü ve mutluluğu iç içe yaşıyor. Ağıtlar ince bir ezgiyle taze gelinlerin yiğitlerine hicranları: “Ağamı yolladılar Yemen iline
Çifte tabancalar taktı beline
Duvağımı takalı onbeş gün oldu
Ayrılmak mı olur yeni geline.”
Bu ağıtlar köyün sokaklarından yankılanıyor.”Yaktı Hocam gelinlerin acıklı ağıtları içimi” Şair diyor ve diyor köyün imamı Abdullah Efendi’ye . Şair ve Abdullah Efendi kolkola takılıp imparatorluğun yaşadığı karanlık günleri düşünerek adım adım yol alıyorlardı.
Bir kaç hafta sonra, postacı Ali’ye her zamanki gibi elindeki zarfı muhtara verdi. Zarfta Ahmet’in şehit olduğu ve İtalyanların Bingazi’yi aldığı yazıyordu.Bu sırada Elif bağırarak kahvehaneye geldi.Rüyasında Ahmet’in Şehit olduğunu anlattı.Şair bunu teyit etti. Elif bayılırken ağzından çıkan bu nağmeler yürekleri yakıp kebap ediyordu:
“Postacının mektubunu düğün mü sandın
Mavi rengi yalnız göğün mü sandın
Yemen’e gideni gelir mi sandın
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
Yürekten hançer uyuyamirem.”
Fatma Ana taze gelini sever, ellere gitmemesi için başını oğlu Mehmet’le bağlar.
Köyün Camlı Kıraathanesinde her gün aynı kişiler savaşa ait meseleler hakkında konuşurlar…İmam İbrahim Efendi,Şair,Muhtar ve diğer yaşlılar. Şair :“Almanların Goben zırhlısı ve Breslav kruvazörü Çanakkale’yi geçip istanbul’a geldi ve adları Yavuz ve Midilli gemileri olarak değiştirildi. Bunlar Almanların bir oyunudur , bizi savaşa sokmak için.” Ve dediği gibi de oldu. Alman Generali Bronzer Paşa Mürettebatına Türk giysileri giydirip Rus gemilerine ve limanlarını topa tutar.Böylece savaşa girmiş oluruz.
İtilaf devletleri Çanakkale’ye bir saldırı planlar.
“Ben umutsuzum Şair” dedi Hocaefendi. “Küçüle küçüle el kadar toprağı kalan Osmanlı’dan umudu kestim. Bunca devlet karşısında hangi gücümüzle kaç gün dayanabiliriz. Avrupa hürriyetimizi elimizden alırsa ne yaparız?”
Şair : “Ümitvar ol Hocam! Ümitvar ol, dünyanın bütün mahşeri Çanakkale’de hücuma geçse, ben umudumu yitirmem.”
“Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım
Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner taşarım
Yırtarım dağları , enginlere sığmam taşarım.”
Düşman gemileri Çanakkale’yi topa tutmuştu. Gülle, top ,tüfek sesleri etrafı çınlatıyordu onlarca teyyare uçuyordu Çanakkale üstünde.
Sahra çadır hastahanesi dopdolu idi yaralılarla…Doktorlar , hemşireler, sihhiye erleri canla başla sarıyorlardı askerlerin akan kanlarını. Taş taş üstünde kalmamış kol ve bacaklar etrafta gezişiyorlardı ama Türk askeri düşmanın Çanakkale’ye ayak basmasına izin vermiyor ve kıyasıya çarpışıyorlardı.
“Atamaz adımını gömülmeden son asker…
Askerimiz gömülse dirilecek şehitler…”
Mustafa Kemal top,gülle ve teyyarelere karşı süngü ile düşmana kök söktürüyordu, Conkbayır’da.Düşmanı denize sürüyordu. Mustafa Kemal’in zaferi tüm Anadolu halkını motive edip ümit beslettiriyordu.Sahra hastahanesinde, Elifçe Mehmet’in altı ay önce değil,vurularak hastahaneye getirilp şehit düştüğünü görür.
Bu sıralarda 14-15 yaşlarında ilköğretim öğrencileri silahlanıp Çanakkale’ye yol aldılar.(Çanakkale’de savaşacak kimse kalmadığı için.)Gidenler geri dönmüyordu.
Savaşın bilançosu:251.309 şehit Türk askeri ve bir o kadar da düşman ölüsü .
Şair :
“Orda bir Hintli yatıyor, yanında Senegalli
Ufka bakıp ağlarken kederleri besbelli
Hepsi, hürriyetlerine kurşun attılar, bilmeden
Boğazdan geçilir mi bütün Türkler ölmeden?”
Çanakkale geçilmedi… Geçilmeyecek… Avrupa , bütün esir kitlelerini Türk’ün önüne yığdı bu savaşta.Garbın bütün zırhını, ejderin hırsını…Öyle bir çığdı o çığ ki , insanlığı korudu Türk milleti kendisiyle birlikte bu savaşta.